Ustalara Saygıyla...

Manos Xatzidakis
Manos Hacıdakis
1925-1994

Manos Hacıdakis 1925 yılında Xanthi'de (İskeçe) doğdu. Girit'ten gelip buraya yerleşen Hacıdakis ailesi 1938'de buradan ayrılarak Atina'ya yerleşti. Dört yaşından itibaren piyano dersleri almaya başlayan Manos 1940-43 yılları arasında Yunanistan'ın en önemli ulusal müzik okullarından birinde müzik teorisi öğrenimi gördü. Buradaki okul arkadaşlarından biri de, tıpkı kendisi gibi Yunan müziğini kökten etkileyecek olan Mikis Theodorakis'ti. Ancak İkici Dünya Savaşı Manos'un rotasını değiştirdi; savaşın getirdiği şiddet, geçim sıkıntısı gibi faktörler Manos'u iş hayatına atılmaya sevketti; fotoğrafçılık, hastabakıcılığı, yaptığı işlerden bazılarıydı.

Savaştan sonra Atina Üniversitesinde felsefe eğitimine devam eden Manos, bu dönemde bazı şair ve sanatçıların dikkatini çekti. Manos aktör olmak amacıyla Korolos Kun'un Sanat Tiyatrosu'na katıldı. Ancak bir süre sonra bu fikrinden vazgeçti; bunun yerine Yunan Ulusal Tiyatrosu için çalışmaya başladı; birçok antik tragedya, tiyatro oyunu ve komedi için müzikler yazdı. Giderek halk müziğine ilgi duymaya başladı ve 1948 yılında Rembetika şarkılarına getirdiği yeni yorumlarla birlikte Yunanistan'da halk müziğindeki yenilenmenin ilk adımlarını atmış oldu. Bu arada bale ve sinema için de müzikler yazmaya başladı.

Klasik ve çağdaş besteciler üzerine uzun bir seminerler dizisi de veren Manos, 1946 yılından itibaren tiyatro müziklerine paralel olarak, yaklaşık olarak 80 sinema filminin müziğini yaptı. "Pote tin Kiryaki" (Pazar Günü Asla) adlı filme yaptığı müzik 1960 yılında en iyi film müziği dalında ona Oscar ödülünü kazandırdı. Bu arada, iyi bilinmeyen nedenlerden dolayı Yunan hükümetine 3.5 milyon dolar borçlanmıştı ve bu yüzden 1966-1972 yılları arasında New York'ta yaşadı. New York'ta müzik teorisi ve beste çalışmalarını sürdürdü.

Manos Hacıdakis besteciliğinin yanı sıra, diğer bir çok sanatsal faaliyete de imza atmıştı; Atina Deneysel Orkestrasını kurup bir süre yönetti, yine Atina'nın ümlü Plaka semtinde kurduğu müzik kafesinde hem kendisi sahne aldı hem de yeni sesleri sahneye çıkardı, çeşitli sanat festivalleri ve müzik yarışmaları düzenleyip yönetti, bir müzik ve kültür dergisi yayınladı ve kurduğu Sirios adlı plak şirketinden hem kendi çalışmalarını hem de eserlerini duyuramayan genç müzisyenlerin çalışmalarını yayınladı ve Renkler Orkestrasını kurup yönetti. Ayrıca çeşitli zamanlarda dört kitap yazıp yayınladı.

Manos 1975 yılında Yunan devlet radyo ve televizyonu ERT'de radyo programları müdürü oldu ancak yenilik çalışmaları için burada uygun bir zemin bulmayınca bir yıl sonra bu görevinden istifa etti. 1977 yılında tekrar ERT'ye dönen Manos, bu kez hayallerini gerçekleştirme imkanı buldu; yöneticisi olduğu üçüncü program büyük bir dinleyici kitlesini cezbetmeyi başardı.

Sakin ve mağrur bir ifadenin yüzünden hiçbir zaman eksik olmadığı Manos Hacıdakis, müziksel melodiyi geliştirme, müzikle adeta "oynama" tutkusu sayesinde Yunan halk müziğinin yenilenmesinde büyük bir rol oynadı. Bu büyük müzisyen 1994 yılında hayata gözlerini yumdu.

Vasilis Tsitsanis
Vasilis Çiçanis
1915 - 1984

Büyük besteci, yorumcu ve buzuki ustası Vasili Çiçanis ? yılında kuzey Yunanistan'daki Trikala'da doğdu. Babasının bir mandolini vardı ve çok güzel Kleftiko (Hırsız havası) şarkıları çalıyordu. Küçük Vasili Kleftiko şarkıları ve kilisede duyduğu Bizans ilahileriyle büyüdü. Vasili 11 yaşında babasını kaybedince, babasının küçük bir buzukiye dönüştürmüş olduğu mandolini Vasili'nin eline geçmiş oldu. Orta ve Lise eğitimi esnasında keman çalmayı da öğrenen Vasili, bu yaşlarda yerel bir takım müzik etkinliklerine katılmaya başladı. Vasili'nin memleketinde pek de rağbet görmeyen buzuki daha bu ilk yıllarda onun ilgisini çakmişti. Ve bu ilginin giderek alevli bir tutkuya dönüşmesiyle birlikte, Vasili 15 yaşında ilk bestelerini yapmaya başlıyordu.

1936 yılında Atina'ya gelerek Hukuk Fakültesine kaydolur. Bu arada geçimini sağlamak için de tavernalarda çalmaya başlar. Atina'ya gelişinden bir yıl sonra, yavaş yavaş farkedilir ve bir tavernada kendisini keşfeden Dimitri Perdikopulo tarafından bir plak şirketine götürülür; çok geçmeden Vasili'nin ilk plak kaydı 1937 yılında piyasaya çıkar.

Vasili bu ilk eserlerinde esasen çok az kişinin ilgisini çeken yeni bir tarzı halk müziğine taşımıştır. Öte yandan bu dönemde Yunanistan Metaxa diktatörlüğünün baskıları altındadır; ve Metaxa iktidarı, Anadolu'yu ve genel olarak doğu dünyasını çağrıştırdığı için Rembetiko müziğe (ve onu icra edenlere) yoğun bir baskı uygulamaktadır. Vasili bu ilk çalışmalarında Metaxa sansürüne meydan okumayı da ihmal etmez. Ardından gelen Nazi işgaliyle birlikte, Vasili daha güvenli bir yer olan Selanik'e gider. Savaş ve işgal yılları boyunca zaman zaman çeşitli yerlerde çalışmakla birlikte, genel olarak kabuğuna çekilir ve beste çalışmaları üzerinde yoğunlaşır. Vasili en yaygın Rembetiko şarkılarından biri haline gelen "Sinafizmeni Kiryaki" (Bulutlu Pazar) adlı şarkısını bu işgal yıllarının hüznüyle bestelemiştir.

Bu kabuğuna çekilme dönemi ve hemen sonrası Vasili'nin aynı zamanda en yaratıcı dönemi olur. Vasili daha sonraları, 1945-1955 yılları arasındaki on yıllık dönemin, her bakımdan kendisinin altın çağı olduğunu söylemiştir. Onun bestelerini seslendiren ve onun yakın dostları arasına girecek olan Marika Ninu, Sotiria Bellu ve Prodromo Çavuşaki gibi yeni sesler de bu dönemde ortaya çıkar.

Vasili'nin bestelerinin tipik bir özelliği, neredeyse her şarkısının başında taximia denilen uzun bir giriş bölümünüdür. Şarkılarına genellikle ağır ve dingin bir tempo hakimdir. Rembetiko'nun ayrılmaz özelliği olan melankoli ve nostalji de eksik değildir. Ve her yeni şarkısı sanki daha önceki şarkılarının bir devamı, bir tamamlayıcısı gibidir.

Vasili Rembetiko tarzında müzik yapmasına rağmen, kişilik bakımından diğer rembetlere pek benzemiyordu. Hiç de bıçkın ve çevresiyle başı derde giren biri değildi, tam tersine, içine kapanık ve nostaljik biri olarak zihinlerde yer etmişti. Hukuk öğrenimi çok kısa sürmesine rağmen, o ilk öğrencilik havasını hep korumuştu. Şöhretinin doruğa ulaştığı yıllarda bile utangaçlığı ve çekingenliği herkesi şaşırtıyordu. Hayatının son bir ayında bile müziksel uğraşlarından kopmayan bu mahcup rembetiko kralı, 1984 yılında Londra'da bir hastanede hayata gözlerini yumduğunda, takvimler 18 Ocak tarihini, yani onun doğum gününü gösteriyordu.

Sotiria Bellou
Sotiria Bellu
1921-1997

Sotiria Bellu 29 Ağustos 1921'de Halki'de rahip bir babanın kızı olarak dünyaya geldi. Ailesinin ve komşularının tanıklıklarına göre Sotiria üç yaşında şarkı söylemeye, beş yaşında ise tellerden ve ağaç dallarından gitar yapmaya başlamış. Babasının büyükçe bir bakkalı vardı ve Sotiria on yaşından itibaren tam gün babasının yanında çalışmaya başladı. Sotiria bu yaşlarda izlediği bir filmin etkisinde kalarak şarkıcı olmaya karar verir ve ailesini ikna etmek için adeta bir seferberlik başlatır. Annesi şiddetle karşı çıkmasıza rağmen, babası kızının isteğini kabul eder; önce ona bir gitar satın alır sonra da özel bir öğretmen tutar.

Sotiria on yedi yaşına geldiğinde, görücü usulüyle evlendirilir. Bu yersiz, zamansız, anlamsız evlilik Sotiria'nın müziğe olan tutkusunu söndürmek yerine daha da alevlendirir ve evliliğinin henüz ilk aylarında kocasıyla arası açılır. Derken, kocasının yoğun istismarları da eklenince, kelimenin tam anlamıyla aralarında "şiddetli geçimsizlik" başlar ve Sotiria kocasının yüzüne asit atarak bu işi noktalamak ister. Bu olay üzerine tutuklanan Sotiria 3.5 yıl hapis cezasına çarptırılır. Fakat dört ay hapiste yattıktan sonra tahliye edilir. Böylece Sotiria 19 yaşında genç ve sabıkalı bir dul olarak Atina'nın yolunu tutar. Sotiria'nın yeni bir hayata doğru yola çıktığı 28 Ekim 1940 günü sadece onun için değil, aynı zamanda ülkesi için de tarihsel bir gündür; çünkü İtalya tam da o gün Yunanistan'a savaş ilan etmiştir. Neresinden bakılırsa bakılsın, bu taşra kızını zorluklarla dolu bir hayat beklemektedir.

Sotiria çeşitli işler deneyerek dikiş tutturmaya çalışır; evlerde hizmetçilik, seyyar satıcılık yapar. Yunanistan Komünist Partisi saflarına katılır. Bu arada bir gitar satın alıp tavernalarda çalışır. Ne var ki, iç savaş bütün şiddetiyle sürmektedir; Direniş Hareketi'ne katılan Sotiria da sık sık hapse girip çıkmakta, müzik çalışmaları kesintiye uğramaktadır.

Günlerden bir gün, Sotiria çalıştığı tavernada Vasili Çiçanis'in bir arkadaşı tarafından keşfedilir ve derhal Vasili ile tanıştırılır. O tarihten itibaren Vasili ve Sotiria birlikte çalışırlar. İlk albümünü 1947 yılında çıkaran Sotiria büyük bir başarı kazanır. Rembetiko'nun yeniden revaçta olduğu 1948-1956 yılları aynı zamanda Sotiria'nın da şöhretinin zirvesinde olduğu yıllardı. Vasili'nin yanı sıra diğer birçok besteci de Sotiria için beste yapıyordu.

1960'lı yıllara gelindiğinde Rembetiko geleneği yavaş yavaş popülaritesini kaybetmeye başlamıştı; aynı şey Sotiria için de söz konusuydu. Sotiria kendi müzik tarzını değiştirip moda trendlere uymak istemiyordu, bu yüzden birkaç yıl çalışmayıp, köşesine çekilmeyi tercih etti. Fakat 1960'lı yılların ortalarında bir plak şirketinden aldığı bir teklifle birlikte hem kayıtlarına hem de performanslarına yeniden başladı. Ve bunu izleyen yirmi yıl boyunca, yani 1980'li yılların başına kadar, kimi zaman tek başına, kimi zaman da yeni sanatçılarla birlikte çalışmaya devam etti.

Sotiria Bellu birbirinden farklı, hatta birbirleri ile çelişen nitelikleri kişiliğinde toplamış şahsına münhasır biriydi. Hiçbir zaman izleyicilerine yaranmaya çalışmaz, tersine her fırsatta sert bakışlarıyla onları küçümsemekten geri durmaz. Ama zorluklarla mücadele eden birçok yeni yetme müzisyene yardım elini uzatacak kadar da şefkatlidir. İşgal yıllarında halkının kavgasını sahiplenip partizan saflarına katılacak kadar devrimcidir. Ama aynı zamanda tutkulu bir kumarbazdır! Öyle ki, yıllar süren çalışmaları ve plaklarından elde ettiği gelirle yarattığı büyük servetini kumarda tümüyle yitirir. Bu yüzden hayatının son yıllarında büyük bir yoksulluk ve sefaletin pençesine düşer. Ancak bu çetin yıllarda Yunanistan hükümeti onun tüm bakımını ve sağlık masraflarını karşılar.

Gırtlak kanserine yakalanan Sotiria 1997 yılında öldüğünde, devletle çok da barışık olmamış biri olarak devlet töreniyle gömüldü.

Markos Vamvakaris
Markos Vamvakaris
1905-1967

Markos Vamvakaris 1905 yılında, ağırlıklı olarak Katolik nüfusun yaşadığı Siros adasında doğdu. Markos'un yoksul bir çocukluk yaşadığı Siros'ta santur ustaları, kemancılar, davulcular ve yeni yeni ortaya çıkan buzuki ozanlarının çalışmalarıyla canlılık kazanan bir müzik ortamı vardı. Markos'un babası ve dedesi de müzikle ilgilenen kişilerdi. Laterna müziğine duyduğu hayranlıkla müzik dünyasına ilgi göstermeye başlayan Markos, davul çalmaya başlayarak ilk adımlarını atmaya başlıyordu.

Ailenin içinde bulunduğu sefalet koşullarından dolayı Markos sekiz yaşında çalışmaya başladı. Bir süre bir dokuma atölyesinde çalıştıktan sonra tekrar işsiz kaldı; manav ve kasap çıraklığı, gazete satıcılığı denediği ama sevmeyip terkettiği diğer işlerdi. Beklenebileceği gibi, bu gidişat onu oldukça erken bir yaşta yeraltı dünyasının bilimum sakinleriyle buluşturdu. Bir ara ailesiyle birlikte karaborsacılık da yapan Markos, tüm ailenin hapse düşmesiyle birlikte o defteri de kapatarak, deneyimleri hiç de azımsanmayacak on beş yaşında bir delikanlı olarak Pire'ye gitti.

Pire o sıralarda yalnızca fırtınalardan kaçan gemilerin değil, ama aynı zamanda sabıkalıların, kumarbazların, işsiz güçsüzlerin, esrarkeşlerin ve fuhuş erbabının gelip demir attığı bir limandı. Markos'un bu küçük liman kasabasındaki ilk günleri de bu açıdan bir istisna olmadı. Ve böyle bir yaşam tarzının vazgeçilmez bir sonucu olarak, durmaksızın kavgalara ve türlü türlü belalara bulaşıyor, sık sık hapse girip çıkıyordu.

Markos ilk kez bir buzuki ozanını dinlediğinde 20 yaşındaydı. O sıralar bir mezbahada çalışıyordu. Gününü ağır ve kirli bir işle geçirdikten sonra akşamları bunun acısını çıkarıyordu. İşte böyle bir günün akşamında Ayvalık doğumlu Nikos'u dinledi ve hemen o akşam buzuki öğrenmeye karar verdi. Markos bu geceden itibaren tamı tamına altı ay içinde buzuki çalmayı öğrenecek ve tekkelerde ufak ufak sahneye çıkacaktı. Bir yıl içinde ise, birkaç kafadarla kurduğu küçük gurubuyla birlikte dişe dokunur çeşitli teklifler almaya başlıyordu. Markos artık bir müzisyen olmuştu.

Pire'de uzunca bir süre yaşayan ve müzisyen olarak çalışan Markos, kendi yerini açmış, aynı zamanda besteler yapmaya, ilk özgün eserlerini de vermeye başlamıştı. Ancak Pire'de yaşamak artık ona dayanılmaz geliyordu; hemen hemen her akşam kavga, gürültü, patırtı ve polis baskını Markos'u canından bezdirmişti; gruptaki yakın arkadaşı Artemis'in 29 yaşında bıçaklanarak öldürülmesi Markos'u harekete geçirdi; dükkanını kapattı, pılını pırtığını toparlayıp yeniden kendi adasına doğru yola çıktı; bir yanda Artemis'in acısı diğer yanda ise yeniden adasına dönüyor olmanın buruk sevinci onun bu yolculuğuna damgasını vurmuştu; ve işte bugün büyük bir zevkle dinleyip eşliğinde dansettiğimiz Hasapiko-Sirtaki parçalarından birini, Frangosiryani adlı parçasını bu yolculuk esnasında bestelemişti.

Markos Siros'a döndükten sonra artık diğer taşra kentlerine de turnelere çıkmaya başlamıştı. Ayrıca artık elliyi aşkın bestesi vardı ve plak şirketlerinden kayıt teklifleri almaya başlamıştı. Markos plak tekliflerine önceleri biraz temkinli yaklaşmıştı. Çünkü kendisini hala tam donanımlı bir müzisyen olarak görmüyordu. Ama sonunda ikna edildi ve Columbia tarafından yapılan ilk plak kayıtlarındaki boğuk sesiyle Rembetiko müzik camiasında büyük bir yankı yarattı. Öyle ki, birçok müzisyen özellikle onun boğuk sesine öykünüyordu. Böylece Markos İkinci Dünya Savaşının başlangıcına kadar turnelere çıkarak, gece kulüplerinde çalarak ve plak kayıtları yaparak müziksel serüvenine devam etti.

İkinci Dünya Savaşı yılları ve sonrası Yunanistan için büyük bir yıkım oldu. Yunan toplumunda bugün bile tamamen silinememiş olan derin izler bırakan Nazi işgali, Yunan müzik camiasını ve piyasasını da ciddi biçimde etkilemişti; plak şirketleri ve birçok kulüp kapanmış, açık kalan sınırlı sayıdaki müzik kulübü ise Alman Nazi subayları ve onların Yunanlı kız arkadaşlarının istilasına uğramış, müzisyenlerin bir kısmı ise müziği bırakıp partizan saflarında direniş hareketine katılmışlardı. İlginçtir ki, Markos ve arkadaşları bu karanlık dönemde yine de iş bularak, bir şekilde ayakta kalmışlardır.

Savaştan sonra, özellikle de 1946 ile 1952 yılları arasındaki dönem Rembetiko'nun ve dolayısıyla Markos ve arkadaşlarının yeniden revaçta oldukları bir ikinci bahar olmuştu. Bu dönem aynı zamanda müzik camiasında yeni tarzları ve yeni yüzleri de beraberinde getirmişti. Birçok arkadaşı bu değişime adapte olma çabasındayken, Markos eski tarzına sadık kalmıştı. Bu sadakatin bir bedeli olarak da, Markos bir süre sonra şöhretinin doruğundan yavaş yavaş inmeye başlıyordu.

Markos Vamvakaris sefil ve hicranlı bir yaşam sürmüş, çok sevdiği karısıyla uzun ve sancılı bir ayrılma süreci yaşamış, yakın dostlarıyla da ilişkileri bir hayli hırpalanmıştı; ama belki de onun yaratıcılığının başlıca kaynağı da yine yaşadıklarıydı ve çalkantılarla dopdolu bu hayat 1967 yılında sona erdiğinde, Yunan müzik camiasından büyük bir Rembetiko ve buzuki ustasının geçtiğinden kimse şüphe etmiyordu.

Roza Eskenazi
Roza Eskenazi
1890-1980

Kimilerine göre Yunanistan'ın en büyük divalarından biri olan Roza Eskenazi Seferad Yahudisi bir ailenin kızı olarak 1910 yılında İstanbul'da [o zamanki adıyla Konstantinopol'de] doğdu. Babası Abraham depoculuk yapıyordu.

Roza yedi yaşındayken ailesi İstanbul'dan ayrılarak Selanik'e yerleşti. Okula hiçbir zaman gitmemiş olan Roza yardımsever bir kadından okuma yazma öğrendi. O güne kadar sadece Türkçe konuşabilen Roza, kısa süre içinde Yunanca öğrendi. Bu arada Roza'nın babası da tefecilik yapmaya başladı.

Selanik'teki evlerinin üst katındaki komşuları, tiyatroda danseden bayan sanatçılardı. Zamanla ilişkileri gelişti ve Roza kostümlerinin tiyatroya götürülüp getirilmesinde onlara yardım ederek bu aleme ilk adımlarını atmış oldu. Derken bir süre sonra komşularının kendisine öğrettiği ufak tefek figürleri sergileyerek ilk defa bir dansçı olarak sahneye çıktı. Annesi bu durumu öğrendiğinde Roza'yı bir güzel dövdü. Zira aile Roza'nın sanatçı olmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Ancak bu tehditler ve baskılar Roza'nın dans ve müzik tutkusunu daha da alevlendirmekten başka bir işe yaramadı.

Yaklaşık olarak 1910 yılı dolaylarında Roza Pire'de Ermeni bir grupla birlikte tiyatrolarda ve tavernalarda çalışmaya başladı. Başlangıçta sadece danseden Roza, kısa bir süre sonra Yunanca, Türkçe ve Ermenice şarkı söylemeye başladı. Roza bu dansçılık ve şarkıcılık kariyerini on yıl kadar sürdürdükten sonra, yavaş yavaş plak teklifleri almaya başladı. 1929 yılında çıkan ilk plağının muaazzam bir başarı elde etmesi üzerine Roza plak çalışmalarını yoğunlaştırdı. Diğer yandan çeşitli kişi ve gruplarla birlikte gece kulüplerindeki performanslarına ve ülkenin çeşitli bölgelerinde turnelerine devam etti. Ve tüm bu faaliyetler onu dönemin en ünlü ve üretken sanatçısı haline getirdi; Roza'nın daha 1920'lu yıllarda yaptığı kayıtların sayısı 500 şarkıyı aşmıştı. Resmi bir müzik eğitimi almamış olmasına rağmen aynı zamanda beste yapıyor ve şarkı sözü yazıyordu. Yunanca, Türkçe, Arapça, İbranice, İtalyanca ve Ladino (İspanya Yahudilerinin dili) olarak şarkı söyleyen Roza'nın şöhreti artık Yunanistan'ı aşmış ve Roza İkinci Dünya Savaşından önce, çeşitli Balkan ve Ortadoğu ülkerinde turneye çıkmış ve bu amaçla 1937 yılında geldiği İstanbul'da plak kayıtları da yapmıştı.

Roza 1930'lu yıllarda Gianko Sarntinidi ile evlendi; ne var ki, çok fazla miktarda içki içen kocası kısa bir süre sonra, Roza erkek oğullarına hamileyken, öldü. Bu birinci kocasının ölümünden on küsür yıl sonra, 1947 yılında Roza hayat arkadaşı Hristo Filipakopulos ile tanıştı ve bu birliktelik Roza'nın ölümüne dek devam etti. Yunanistan'daki Nazi işgali döneminde Roza Atina'da bir restorant işletiyordu. Bu karanlık dönemde Roza'nın kimi zaman hayatını tehlikeye atarak halka verdiği destek onun sanatçı kimliğine bambaşka bir boyut eklemiştir. Üstelik, başarılı bir Yahudi sanatçı ve işkadını olarak, Naziler için son derece cazip bir hedef olduğu halde. Savaştan sonra Roza da yeniden plak kayıtlarına ve turnelerine devam etti; bir yıl kadar ABD'nin çeşitli şehirlerinde turnelere çıktıktan sonra, 1950'li yıllarda bir kez daha İstanbul'a geldi ve burada yeni plak kayıtları yaptı. 1960'lı yıllar daha ziyade plak kayıtları ve eski şarkılarına getirdiği yeni yorumlarla geçti. Yunan halk müziğinin 1970'li yıllarda yeniden canlanmasıyla birlikte Roza'nın sanatı da yeni kuşakla tanışmış oldu. O sıralar yaklaşık olarak 75 yaşında olan Roza bir kez daha canlı performanslara çıktı, şarkı söyleyip dansetti. 1970'li yılların ortalarına doğru ise yavaş yavaş kabuğuna çekildi ve Aralık 1980'de öldü.

Tatlı bir soprano sesi olan, şarkı sözlerini birkaç dilde mükemmel bir yetkinlikle kullanan Roza Eskenazi'nin geride bıraktığı sanatsal miras günümüzün birçok yeni sanatçısı tarafından devralınmıştır. Örneğin günümüz sanatçılarından Haris Alexiu Roza'nın birçok şarkısını yeniden yorumlayıp repertuarına dahil etmiştir.

Manolis Hiotis
Manolis Hiotis
1920-1970

Manoli Hiotis 1920 yılında Selanik'te dünyaya geldi. İlk öğrenimini burada tamamlayan Manoli, erken sayılabilecek bir yaşta Selaniğin ünlü müzik öğretmenlerinden biri olan Yorgo Lolos'tan gitar, buzuki ve ud dersleri almaya başladı.

Ailesi 1935 yılında asıl memleketleri olan Nafplion'a taşındı ve genç Manoli burada müzisyen olarak çalışmaya başladı. Bir yıl sonra, 1936 yılında Atina'ya giderek tanınmış müzisyenlerle kısa süreli ortak performanslar yapmaya çalıştı. Aynı yılın sonlarına doğru ünlü müzisyen Stratos'un buzuki, santur, gitar ve keman kullanan müzik gurubuyla brlikte profesyonel olarak gece kulüplerinde çalışmaya başladı. Yine aynı dönemde Stratos onu Columbia Plak şirketine götürdü ve henüz çok genç olmasına rağmen şirket Manoli ile baş çalgıcı olarak bir kontrat yaptı. Manoli 1937 yılında ilk plak kaydını yaptı ve yıllarca Columbia'nın başlıca müzisyenlerinden biri olarak kaldı. Manoli sırasıyla Zoe Nahi, Mary Linda ve Beba Kiryakidu ile olmak üzere üç evlilik yaptı. 1970 yılında öldüğünde henüz elli yaşındaydı.

Manoli Hiotis'in Yunan müzik aleminde ortaya çıkışı buzukinin evrimi ve Laika müziğinin gelişimi açısından bir dönüm noktasını teşkil eder. Manoli buzukiyi, gitarı, kemanı ve udu aynı ustalıkla çalan mükemmel bir müzisyendi. Sol elin beş parmağını da kullanıma katan ve böylelikle inanılmaz bir hıza ulaşan ilk buzuki ozanı Manoli oldu.

Manoli'nin çeşitli tartışmalara da yol açan asıl keşfi onun buzukiye yaptığı müdahale oldu. Kafasında hissettiği sesin çalgı aletinden (yani o zamanki buzukiden) tam olarak çıkmadığını farkeden Manolis daha bütünlüklü bir enstrüman için yıllarca araştırma yapıp durdu. Ve bu arayışının bir noktasında sekiz telli bir buzuki düşüncesi kafasında şimşek gibi çaktı. Manoli'nin bu düşüncesini enstrüman imalatının dahisi Zozef Terzivasyan hayata geçirdi ve böylece günümüz buzukisinin ilk prototipi ortaya çıkmış oldu. Ayrıca, ilk elektro gitarı ve amplifikatörü kullanan kişi de Manoli'den başkası değildi.

Öte yandan, Manoli Hiotis'in bu yenilik çabaları Yunan müzik camiasında farklı tartışmalara yol açtı. Manoli gerek besteleri gerekse de teknik çalışmalarıyla buzukiyi Rembetiko kent alt kültürünün bir tuhaflığı olmaktan çıkarıp Yunan müzik camiasının merkezine, Atina'nın en gözde salonlarına taşıdı, Yunan müziğinin vazgeçilmez bir enstrümanı haline getirdi. Buna karşılık, onun icat ettiği sekiz telli buzuki pek çok Rembetiko ozanı tarafından ciddi bir yozlaşma olarak değerlendirilmiş ve Manoli adeta aforoz edilmişti. Manoli Hiotis bu yanıyla günümüzde de tartışma konusu olmaya devam ediyor; herhangi bir yerde basılan fotoğraflarının yanından çoğu zaman "işte sekiz telli buzukiyi icat eden adam bu" türünden yakıştırmalar eksik olmaz.

Dora Stratou
Dora Stratu
1903-1988

Dora Stratu 1903 yılında Atina'da dünyaya geldi. Hem anne hem de baba tarafından Atina'nın iki seçkin ailesinin torunuydu. Dora yüzyılın başında Atina'nın üst sınıf kent ortamı içinde büyüdü. Tiyatro ve konserlere gidiyor, saray balolarına katılıyor, yabancı dil ve müzik eğitimi alıyor ve güçlü ailelerin çocuklarıyla arkadaşlık ediyordu. Dora'nın piyano hocası Dimitri Mitropulos daha sonra New York Filarmoni Okestrasının şefi olacaktı. Bu arada Dora'nın babası trajik bir akıbete uğradı. Nikolaos Stratos milletvekili seçildikten sonra Dimitrios Rallis kabinesinde İçişleri Bakanı olmuş ancak kısa bir süre sonra Elefterios Venizelos liderliğindeki Liberal Parti'ye geçerek Donanma Bakanı olmuştu. 1913 yılında bu kez kralcı partiye geçen Nikolaos Stratos, 1922 Türk-Yunan savaşının ardından kısa bir süre Başbakanlık yaptı. Yunanlıların Küçük Asya Felaketi olarak adlandırdıkları bu dönemin ardından, Nikolaos Stratos vatana ihanet etmekten suçlu bulunup kurşuna dizildi.

Dora 1952 yılında Atina'ya turneye gelmiş olan 100 kişilik bir Yugoslav halk dansları grubuyla karşılaşmıştı. O sıralar Atina'da çok fazla dans grubu olmadığından olsa gerek, Yugoslav grubun sergilediği danslar, müzikler ve kostümler herkes gibi Dora'yı da adeta büyülemişti. Tam da o sıralarda, üniversitede folklör profesörü olan Yorgo Megas Yunanistan'da ulusal bir dans grubunun kurulmasını önerisini ortaya atmıştı. Bu önerinin muhataplarından biri olarak ortaya çıkan Dora, Başbakan yardımcısı Sofokles Venizelos'a başvurarak finansal destek talep etti. Düşünülen şey, zengin bir repertuarla günlük performanslar yapabilecek ve aynı zamanda gerektiğinde yurt dışı turnelere de çıkabilecek kalıcı ve profesyonel bir dans grubu kurmaktı. İşte "Dora Stratu - Yunan Dansları" cemiyeti bu şekilde ortaya çıktı.

Dora ilk adımları attıktan sonra, birçok sanatçı ve entellektüelden de çeşitli yardımlar almaya başlamıştı. Dora bu hararetli çalışmaya başladığında elli yaşındaydı; bir yandan yeni kostüm tasarımları yaptırırken, diğer yandan da köy köy, ada ada gezerek dans, şarkı, kostüm takı derlemeleri yapıyordu. Dora'nın bu çabaları Yunanistan'ın en büyük folklör koleksiyonunun yanı sıra, en iyi dansçı ve çalgıcılardan oluşan mükemmel bir dans topluluğu yarattı. Ve bu grup dünyanın her tarafında Yunan danslarını büyük bir başarıyla sergiledi. 1967 yılında iktidara gelen askeri rejim esnasında, Dora gazeteci Hristos Lambrakis'i evinde sakladığı gerekçesiyle tutuklandı. Ancak Yunanistan'ın bir diğer büyük sanatçısı olan Melina Merkuri yurtdışında ciddi bir gürültü koparıp Dora'nın serbest bırakılmasını sağladı. Dora aynı yıl içinde dünyanın saygın ödüllerinden biri olan Dünya Tiyatro Ödülünü kazandı.

Yunan dansları, dans müzikleri ve dans figürleri üzerine geniş araştırmalar yapan Dora, bu konuda oldukça geniş kapsamlı olan üç kitap yazmıştır; ayrıca çıkardığı 50 plaklık halk müziği serisiyle bu alandaki dünya rekorlardan birini kırmıştır. 1983 yılında emekliye ayrılan Dora, beş yıllık bir hastalık döneminin ardından Ocak 1988'de hayata gözlerini yumdu. Ancak onun kurduğu Dora Stratu Yunan Halk Dansları Tiyatrosu günümüzde de Yunan dansları üzerine nitelikli çalışmalar yapmaya devam ediyor.

Mikis Theodorakis
Mikis Theodorakis
1925 -

Mikis Theodorakis 29 Temmuz 1925'te Yunanistan'ın Hios [Sakız] adasında, Giritli bir baba ve İzmir-Urlalı bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi. Çok küçük yaşlarda müziğin büyüsüne kapılan Mikis, henüz hiçbir müzik eğitimi almadan çocuk yaşta kendi kendisine şarkı yazmaya çalışmıştı. İlk müzik derslerini Pirgos ve Patra'da aldıktan sonra, kurduğu bir koro ile birlikte Bizans dinsel müzikleriyle ilk konserlerini verdiğinde henüz 17 yaşındaydı. İtalyanın Yunanistan'a savaş açmasıyla birlikte Theodorakis de 17 yaşında direniş hareketine katıldı. Esir düşen Theodorakis bir süre sonra serbest bırakıldı. Ancak Yunanistan'ın Naziler tarafından işgal edilmesiyle birlikte yeniden direnişçilerin saflarına katıldı. Tekrar esir düşen Mikis, yoğun işkencelere maruz kaldı ve ardından ölüm cezasına çarptırıldı. Cezası infaz edilmek üzere kurşuna dizilen Mikis büyük bir tesadüf sonucu ölmedi. İkinci dünya savaşının sona ermesinden sonra başlayan Yunan iç savaşı boyunca (1946-1952 arası) yine birçok kez hapse girip çıktı ve bu dönemin sonunda ülkeden sürgün edildi. Paris'e giden Mikis burada burslu olarak müzik eğitimine devam etti.

Mikis 1961 yılında Yunanistan'a döndü ve kurduğu Lambrakis Gençlik Örgütü'nün başkanlığına seçildi. Kısa bir süre sonra da Pire'den milletvekili seçilerek parlamentoya girdi. 1967 Albaylar darbesinin hemen ertesi günü Mikis'e yönelik ciddi bir baskı kampanyası başlatıld. Albaylar Cuntası 13 nolu ordu kararnamesiyle Mikis Theodorakis'in müziklerinin çalınmasını ve dinlenmesini yasakladı. Yeraltına çekilen Theodorakis Yurtsever Cephe'yi kurarak cunta rejimine karşı mücadelesini sürdürdü. Ancak kısa bir süre sonra yakalandı. Önce cezaevine konuldu, ardından Oropo toplama kampına götürüldü. Dünya çapında sürdürülen bir dayanışma kampanyası sayesinde cezası sürgüne çevrildi ve böylece 1970 yılında kamptan alınıp sürgüne gönderildi.

Mikis Theodorakis sürgünde de Albaylar Cuntası'na karşı mücadele etti; dünya çapında çıktığı turnelerde bin kadar konser vererek ülkesindeki baskı rejimini teşhir etti. Ve Albayların iktidardan düşmesinden sonra zafer kazanmış olarak yeniden Yunanistan'a döndü. 1974 yılında tekrar milletvekili seçilerek meclise girdi. Zülfü Livaneli ve diğer dostlarıyla birlikte 1986 yılında Türk-Yunan Dostluk Derneği'ni kurdu; aynı dönemde İstanbul'da verdiği konserler büyük ilgi topladı. 1988 seçimlerinde yeniden milletvekili seçildi. 1990-1992 yılları arasında Konstantin Mitçotakis hükümetinde iki yıl bakanlık yaptı. Daha sonra iki yıllığına Yunan radyo ve televizyon kurumu ERT'nin Senfoni Orkestrası ve Korosu'nun Genel Müzik Direktörlüğü'ne atandı.

Klasik müzik alanında yaptığı başarılı çalışmaların ardından geleneksel ve ulusal çalgılara, ritimlere ve ezgilere yönelen Mikis, "Epitafios" [Mezartaşı yazıtı] beste dizisiyle Yunanistan'da büyük bir kültür devrimi başlattı. Mikis 1000 dolayında şarkı yazmıştır. Çok sayıda Senfoni, bale, opera ve orotario bestelemiştir. Birçok tragedya ve modern tiyatro oyununun müziğini yazmıştır. 12 sinema filminin müziğini yazmıştır. Yazdığı film müzikleri arasında "Z" filminin müziği özellikle ses getirirken, "Zorba" filmi için bestelediği müzik de Sirtaki dansının dünyaya yayılmasını sağlamıştır. Mikis siyasal mücadelesini ve sanata ilişkin görüşlerini, yazdığı iki kitapta topladı. Altmış yılı aşkın bir zaman dilimine yayılan çalışmalarından ötürü birçok ulusal ve uluslararası ödül almıştır.

Sanatsal etkinliklerine hep siyasal mücadelesi eşlik etmiştir. Özellikle Albaylar Cuntası'na karşı verdiği mücadele onu dünya çapında diktatörlük karşıtı direnişin sembolü haline getirmiştir. Mikis Theodorakis benzersiz sanatsal yeteneklerini ülkesine duyduğu derin sevgiyle harmanlamıştır. Ayrıca dünya çapında insan hakları ihlallerine karşı verilen mücadelenin hep içinde olmuş, çevresel sorunlardan tutun da evrensel bir barışa ulaşılmasına dek pek çok alanda çalışmalar yapmıştır. Mikis Theodorakis şimdilerde 80'li yaşlarını sürüyor ve sağlığı pek elverişli olmamasına rağmen hala Filistin, Afganistan ve Irak'ta yaşanan trajediler karşısında dünyanın dikkatini çekebilmek için bildiriler yazmaya, kampanyalar yürütmeye devam ediyor.

Manos Loizos
Manos Loizos
1937-1982

Manos Loizos ustanın biyografisini hazırlıyoruz, yakında ekleyeceğiz...